31 Aralık 2010 Cuma

Au revoir 2010 !

2010 hakkında ne söylebilirim ki.. 19 yıllık hayatımda böyle güzel geçen bir sene daha olmuş muydu? kesinlikle hayır.. hayal ettiğim her şeyi gerçekleştirdim bu sene. ihtiyacım olan, istediğim her şeye çoğunlukla sahip oldum. hastalıklı bir hayattan, düşüncelerden kendimi kurtarmayı başardım. hayli zor oldu benim için ama doğru olanı yapmanın verdiği hisse tutunarak bunu da atlatmış oldum. ilk final dönemini yaşamanın heyecanını hassiktir nasıl bitecek bu sınavlar şeklinde yaşıyorum. gerçekten boku yedim finaller için ama bunu yaşayabildiğim için bile memnunum.. en büyük takıntım the radio dept. i o iğrenç playlistine rağmen dinleme/izleme fırsatı buldum. güvenilir bi dost edindim 2010'da. ihtiyacım olan her an, her şekilde yanımda olan yavrucum, hem sınıf arkadaşım, her yurt arkadaşım, hem güzin abla modunda bir yavru..
ve harun. 2010u unutulmaz kılacak son şey oldu sanırım. satırlarca anlatmaya o kadar gerek yok ki. bana daha şimdiden kattıkları için, hayatı benimle büyük bir zevkle paylaştığı için, gösterdiği tüm saygı ve anlayış için minnettarım. aslında ben, onunla tanışmamı sağlayan tüm tesadüflere minnettarım. au revoir 2010.

''birini sevmeye kalkmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. güç ister, yürek ister, körlük ister.. hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu..''

sartre/bulantı

11 Aralık 2010 Cumartesi

her şeyi yavaşça yoluna koyduğunu hissetmek çok iyi bir duyguymuş. unutmuşum. rahat kanepede nefis bir muzla beraber yeni demlenmiş çayını yudumlayıp, ayrı odalarda ödev kasmak da öyle. tabi karen o ile i got a date with the night burnin down my fingeeeeer şeklinde kafayı bulmak da nefis.

21 Kasım 2010 Pazar

GAPS!

insanın kendinden uzak kalması mümkün müdür? bir süre bile olsa kendinden uzaklaşmak.. geriye yaslanıp kendine uzaktan çok uzaktan bakmak.. ne oldugunun farkına varmak. ne istediğinin. neyi yapabileceğinin yani potansiyelinin?
peki ya belli midir. hayal kırıklıkların. umutların. heyecanların. pişmanlıkların. boşlukların. belli oluyor mudur başkaları görüyor mudur, hissediyor mudur hissettiklerini?
sadece senin yaşadığın kafa mıdır var olan. ben anlamıyorum. nasıl bu kadar aşk acısı oluyor, nasıl aynı acının bin tarifi oluyor? aşk başlığı altında mesela nasıl binlerce tanım oluyor. yok mudur bunun ortak bir yanı? ay ışığının altında, kocaman gökyüzünün altında sevdiğinle uzanıp sadece nefes almak bana göre aşk iken başkasına nasıl bomboş geliyor bunlar?

peki ya potansiyel ve farkındalık?
nerdeyse hergün girdiğim bi şey yapmama, yataga girip madmen izleyip kafası ne olacak? projeler ödevler yanı başımda dururken yapmak istediğim tonlarca şey varken her sabah nasıl o kararlılıkla kalkıp elimde bir hiçle yatağa geri dönüyorum?! e wtf yani. ne oldu tüm o planlar, double majorlar, isveççeler, vizeler, çeviriler bıdıbıdılar. öyle bir isteksizlik, öyle bir boşluk var ki tüm bedenimi ele geçiriyor. nerdeyse hergün. buraya getirdiğim kararlılığım günden güne kaybolacak diye deli gibi korkar oldum. acaba nasıl olacak, yapabilecek miyim ki diyip düşünmek.. :/


en azından farkındayım.

5 kilo verdiğimin farkındayım
yarınki sınavın kol gibi gireceğinin farkındayım
yetiştirilmesi gereken ödevlerin oldugunun
bad monkeys i bitirmem gerektiğinin
konsolosluk işlerini halletmem gerektiğinin
spora başlamam gerektiğimin(en çılgını)

gibi gibi.

travis dinlemeyi bırakıp biraz yürüyüş yapayım en iyisi. sonra da eve gideyim peynir yiyeyim

17 Ağustos 2010 Salı

odd feelings are grawing me.

every/each break up comes with a huge, enormous stomachache.
and you think it will take a long long time.
as indeed it does sometimes.

you know
days becomes aimless
you just dont know what to do
you eat alot
smoke alot
read alot
drink alot
think alot


about what?
mostly nothing.


just why?
where is he/she?
what is he/she is up to?
is he/she happy?
really?

without me?


each relationship and each break up
makes you or turns you one of the greatest philosopher ever.
you can feel that you know everything about everything.

but clealy you dont.


odd feelings are just grawing me.


i’m dying here and you keep walking ?!


+

"Sometimes I lay awake at night and wonder 'Why am I here?', then a voice answers 'Why? Where do you want to be?'" - Charlie Brown

3 Ağustos 2010 Salı

bence blöög..

geçen sene 'mimar sinan olmazsa olmaz olm yok' triplerimle, '1 sene yani nolcek sonuçta allamyareppim' triplerim birleşince bu sene mis gibim %100 burslar geldi pır pır heyecanlanır oldum.. şimdi mimar sinan ya da istanbul universitesini tercih listesine bile koymuyorum. kontenjan bana yamuk yapmazsa hayırlısıyla yurtdaki odama yatagın başına eskimiş velvet underground posterimi asacağımdır. e banyoya'da bi strokes gider o zaman di mi?

bu arada tüm adaları gezmek farz oldu sanırım.. heybeliada kadar güzel, şirincik bir ada daha var mı bilmiyorum ama sırt çantasına 92 faktör güneş kremini, peaches plaj havlusunu, dalış gözlüğünü ve tabiki de vanilyalı pıtırlı jelimi koyup her buldugum yerde denize girip deb'in bana verdiği kitapları bitirme taraftarıyım..

annem canım nasıl umutlandı ya koç'u da yazalım mı pelin ne dersin hi? şeklinde her yerde peşimde dedim yazalım minnoşum yazalım seni mi kıracağım yahu! ben ki bilgiye aman siktir et mantıgıyla yaklaşan insancık e hadi onu da yazalım dedim ama tamamen kan emici grubuna addledik bu ikisini.. kampüste nefes alsak para alcaklar, bi bok karşıladıkları da yok nasıl yüzde yüz burstur bu pınar kür diye yakasına yapışasım geliyor! işte o yüzden her şeyin 'pakete' dahil oldukları üzerine para verdikleri canım 7 tepeyi yukarlara yazmış bulunmaktayım canım minnoşum koç'u yazsak ne fark edecek? 15 milyardan başlayan bursun kapsamadıgı yurt parasını ödemek konusunda sorun olmayacaksa yazalım yani.. işte böyle bakınca kapsadıgı tüm olanakları düşününce canım 7 tepe diyorum..

kime söylesem ' ayyy çok kötü çok!' diyor. ne kötü olan ya ne yani diye sorunca da yani zengin piçleri, o insanlar vs diyor.. bak güzel insan, bak önyargıların kralı, bak zeka küpü birey aylardır eğitim kadrosundan giriyorum, çift anadaldan çıkıyorum, kampüsten başlayıp hocalarla tanışıyorum ve bana kalkmış sikimsonik insan manzaralarını baz alıp ayy çok kötüüüüğ gibi çok yüzeysel tepkilerle geliyorsun..

gelme.

ben ortam yapma kafasında mıyım değilim? hayır.
ben insan seven biri miyim? hayır.

ben sırf istediğimi almak için 1 sene daha çalışmış ve bu uğurda derece yapıp her detayı iyice düşünmüş bir pelin'im.

kalkıp bana e aysun kayacı da o okulda di mi deme. deme yahu !

6 Mayıs 2010 Perşembe

Cat power- don't explain insani mahveden bir gucu yok mu?

25 Nisan 2010 Pazar

benim canım kızım





plus(+)

http://www.stefanogiovannini.com/portfolios/


belle.

29 Mart 2010 Pazartesi

aylardır La Ritournelle dinlemeden geçen bir günüm yok.


-i drift in your eyes since i love you.



1 Mart 2010 Pazartesi

: my life without me

belki de izlediğim en düşük bütçeli filmlerden biriydi.

karavanda yaşayan 23 yaşındaki ann kocası dan ve kızları patsy and patty'nin yaklaşık 1 aylık yaşamları.

belki de tüm klişeleri barındırıyordu bu film:

kanserli annenin öleceğini herkesten saklaması, kocası için yan komşusu olan ann'ı ayartma çabaları, kızlarının 18 yaşına gelene kadar her dogumgunu için kaset doldurması, ann'in annesiyle kötü olan ilişkisi, senelerdir görmediği babasını hapishanede ziyarete gitmesi, ölmeden önce yapacaklarıyla ilgili bir defter tutması, sadece yapmış olmak için kocasını aldatması ve planlamadığı şekilde o adama aşık olması, ''ama anlıyorum o senin kocan geyikleri'' etc.

başroldeki kadının sesi bile filmi izlenilmez kılıyordu benim için.

ama sanırım 2 saatimi filmi izlemeye ayırmamdaki neden de buydu.

benzerlikler
sıradanlıklar
olabiliteler
nirvana'nın son konserinde tanışan dan ve ann
17 yaşında hamile kalması 19'un da bir kez daha
küçük güzel 2 kız
pembe boncuklu perdesiyle arka bahçedeki bir karavan.

26 Şubat 2010 Cuma

deli gibi ton balıklı, naneli, mısırlı, nar ekşili salatamı yanında 1 litrelik kolayı bitirme çabaları gayet iyi gidiyor. nip tak sezon bitimine 2 epi. kaldı. uyku adına bir halt kalmadı. ben de the radio dept.'e sardım. uzun zamandır dinlememek ha bire delay hep delay biraz daha delay yapa yapa zevki olabilecek en fazla şekilde alıyorum. yep. i can feeeeeel it !

merak ediyorum:

ne diyebilirim?
ne yapabilirim?

stephen king kitaplarını artık bırakamıyorum. bağımlılık oldu sanırım. sayfa sayfa e hadii bitsin bu sayfada ne oluyor ögrensek tadında okumanın pençesine düştüm. iki kuleyle başlayan bu garip bağımlılık seri bitince ne yapacak bebeğim? tell me.


ps: pet grief mükemmel değil de ne?! loop loop olalı..

isveç köfteleri.

http://listen.grooveshark.com/#/s/Pet+Grief/wBd8Y


...
and if you need someone who doesn't talk back
i'll shut my mouth for you
anything you want me to

25 Şubat 2010 Perşembe

maybe not.

arada herkesin büyük hayalkırıklıklarını, doldurulamayan boşlukların verdiği hissizleşmeyi yaşaması gerekir mi?

hayaller kuruyoruz. her şeyi kendimize uyduruyoruz. yapabileceklerimizi değil olmasını istediklerimize odaklanıyoruz.

insanın kaderinde var mı? mutsuzluğu, durgunluğu, umutsuzluğu, mutluluğu? bunların hepsi insanın bilinmeyen kaderinde var mı? cevabı olmayan soruların haklı galibiyeti mi yoksa bunlar? kaderinde insanlar var mı? seni seven, seni üzen, seni bırakıp giden, sana dönen.. yoksa olmayanı bekleyiş mi tüm bu saçmalık..

olmayacak bir rüya mı yoksa tüm bu gördüklerim.

bir yola girmek bile olmuyor; o yol da bitiyor eninde sonunda. her zaman.


bomboş duygularla bilinçsizce yürüdüğün sokakta kaldırımın köşesinde gizlice, sessizce açmış bir çiçek gördüğünde, ya da güneşli bir günde patisini yalaya yalaya siesta yapan minik bir kedi gördüğünde o anlamsız boşluk biraz doluyor sanki? yüzünü gülümsetiyor minik patisi, göbeğini gere gere, senin sorgulayıp durdugun hayatın keyfini çıkaran pisi.. peki bu nasıl oluyor diyorsun?

o nasıl yapıyor? o nasıl hayatta kalıyor..

12 Şubat 2010 Cuma

Persuasion.

bu gece my blueberry nights'ı 3.kez izledim. her defasında daha da kötü buluyorum filmi.. cat power'ın 23223 kez döndürdükleri the greatest'ı olmasa ve 5 dakikalık rolu izlemek için yeterli bi nedenim olmazdı.. dünyanın en yakışıklı 'pastacısı' jude law bile o harika aksanıyla bir şey verememiş filme.

izlediğime pişman oldum.. çünkü kedili pijamalarımla kanepeye kıvrılıp kahvemi yudumladıgımda artık çok geçti.. her greatest da içim fena oldu. her once i, i wanted to be..'da daha kırılmış hissettim.